YAŞAM 

KAMERİYELİ KAFE

Sıcak bir yaz günü, nemli, öğlen saati. Üç kameriyeli, üç masalı, altı sandalyeli bir kafe!

Yeni doğum yapmış bir köpek yanaşıyor iki kadının oturduğu masaya. Kadın hazırlıklı. Yarım litre su şişesine doldurduğu mamaları çıkarıyor çantasından. Köpeğin başını okşuyor önce. Soruyor köpeğe: “Nerede senin yavruların?” Kuyruğunu sallıyor köpek. Garson, köpeğin yerine cevap veriyor: “Yan taraftaki Roma Hamamı’nın içine saklamış yavrularını, biz de görmedik. Birkaç güne salar sokağa.” Kadın döküyor mamaları yere. Cimrilikle bonkörlük arasındaki sınırda… Her halinden anlaşılıyor tutumu, diğer köpeklere de saklıyor mamalardan. Kuyruğunu sallıyor köpek, mamayı yiyip gidiyor. Sütünü götürmek istiyor yavrulara. Kadının suratına bakmayı da ihmal etmiyor.

Sıcak bir yaz günü, nemli, öğlen saati. Üç kameriyeli, üç masalı, altı sandalyeli bir kafe!

Bir deli geçiyor kafenin önünden. Aklının o akıllılık sınırından vazgeçmiş çoktan. Zor bir şey mi ki bu sınırı geçip karşı tarafa geçmek? Hiç de değil. Deli, sokaktakiler ona baktığında suratlarına tükürüyor. Her tükürdüğü damla bir sözcük olup yazılıyor sokağın kaldırımlarına. Her tükürük bir çığlık, her tükürük ayrı bir cümle… Gelmişine geçmişine; şimdiye geleceğe; gitmişine kalmışına o tükürükle meydan okuyor. İnsanlar tepkisiz, insanlar onun sıfatına yakıştırıyor o tükürükleri. İnsanlar biliyorlar ki akıl ve delilik arasındaki sınır, bir tükürük damlası kadar yakın.

Sıcak bir yaz günü, nemli, öğlen saati. Üç kameriyeli, üç masalı, altı sandalyeli bir kafede bunlar oluyor.

Tanıdık, değil mi?

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar